Dumanı üstünde yanık bir ciğer kokusu
Kışkırtıcı bir o kadar da acıklı
Kaçtıkça zihninin dehlizlerine sinen
O an anlamını çözemediğin
Tâki zalim bir demir tüm kızgınlığıyla
Dağlayana dek yüreğini
Ne zormuş, ne dayanılmazmış
Durmasaydım öyle soğuk ve yabancı
Aramasaydım bahaneler körpe bir yok oluşa
Ortak olsaydım acıya
Kurutsaydık bataklığı
Bu hasta karanlık koparmasaydı benden olanı dedirten
Başka acıları anlamanın bedeli bu denli ağır olmasaydı
Tohumlar kök salamadan toprağa
Hazan yaprakları gibi düşmeseydi toprağa
Boşlukta döne döne naif ve ürkek…
Hey çocuk
15’inde boynuna kement atılan
Hey çocuk
17’sinde diri diri yakılan
Hey çocuk
14’ünde hapishanenin duvarları arasında geleceği çalınan
Hey çocuk
15’inde serseri bir fişekle derin uykusunda ölüme uyanan
Ey kalan ve göçen tüm mazlum çocuklar
Siz olmayı seçme şansınız olmadığı demlerde terk eylediniz buraları
Neler olurdu kim bilir yaşasaydınız… Kim bilir…
Masum bedenleriniz üzerinden kozlarını paylaştıkça yetişkinler
Cennetinize yeni melekler göçecek
Dünyanın o son gününde bir araya gelinceye kadar hoşçakalın
Erdal’a, Serap’a, Yakup’a, Berkin’e….
Kalan ve göçen tüm mazlum çocuklara