top of page

Dumanı üstünde  yanık bir ciğer kokusu

Kışkırtıcı bir o kadar da acıklı

Kaçtıkça zihninin dehlizlerine sinen

O an anlamını çözemediğin

Tâki zalim bir demir tüm kızgınlığıyla

Dağlayana dek yüreğini

Ne zormuş, ne dayanılmazmış

Durmasaydım öyle soğuk ve yabancı

Aramasaydım bahaneler körpe bir yok oluşa

Ortak olsaydım acıya

Kurutsaydık bataklığı

Bu hasta karanlık koparmasaydı benden olanı dedirten

Başka acıları anlamanın bedeli bu denli ağır olmasaydı

Tohumlar  kök salamadan toprağa

Hazan yaprakları gibi düşmeseydi toprağa

Boşlukta döne döne naif ve ürkek…

Hey çocuk

15’inde boynuna kement atılan

Hey çocuk

17’sinde diri diri yakılan

Hey  çocuk

14’ünde hapishanenin duvarları arasında geleceği çalınan

Hey çocuk

15’inde serseri bir fişekle derin uykusunda ölüme uyanan

Ey kalan ve göçen tüm mazlum çocuklar

Siz olmayı seçme şansınız olmadığı demlerde terk eylediniz buraları

Neler olurdu kim bilir yaşasaydınız… Kim bilir…

Masum bedenleriniz üzerinden kozlarını paylaştıkça yetişkinler

Cennetinize yeni melekler göçecek

Dünyanın o son gününde bir araya gelinceye kadar hoşçakalın

Erdal’a, Serap’a, Yakup’a, Berkin’e….



































 

Kalan ve göçen tüm mazlum çocuklara

Please reload

bottom of page