top of page

Aslı Özdoğan

İstanbul’da İlk Yerleşmeler

Üzerinde yaşadığımız, nüfusu oniki milyon sınırını aşmış bir metropol olan İstanbul’a ilk kimler ayak bastı? Nerelerde yaşadılar ve ilk yerleşimcilerden bugünlere neler kaldı? Dahası tarihin tprağın altına gömdüğü istanbul’un sınırları nerede başlayıp nerede bitiyor?

Konuyla ilgili olarak İstanbul’da yoğun araştırmaları olan İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji ve Sanat Tarihi Bölümü Öğretim Görevlisi Yrd.  Doç. Dr. Aslı Özdoğan’la konuştuk.

İstanbul’un arkeolojik olarak yerleşim sınırlarını çizer misinis?

İstanbul sınırlarını nereye kadar aldığımıza bağlı… Bugünkü sınırları il sınırları yaparsak ki bu, bir uçtan Tekirdağ’a bir uçtan da İzmit’e bağlanıyor. Bunun içinde sayısız ölçüde belde belediyeleri, köyler, ilçeler var. Tabi, eski İstanbul dediğimizde anladığımız anlamda merkezi, sur içini ve Haliç’in  üst kesimlerini kastediyoruz. Ondan sonra karşı  tarafta 19.yy.’da gelişen Boğaz, Üsküdar ve onların bağlı olduğu Şile gibi metropoller. Ama şile  gibi metropoller ll. Abdülhamit zamanında Kastamonu sancağına bağlı idiler.

İstanbul’a bağlanması çok yeni. Batıda ise biraz daha geniş tabi, Çatalca ve Silivri gibi… 1955’lere kadar İstanbul bu sınırlarını koruyor. Ondan sonra aşırı göçlerle bu iş çığırından çıkıyor. Bu bağlamda bugünkü İstanbul İli sınırlarını kabul edersek ildeki en eski yerleşmelerden bir tanesi Yarımburgaz Mağarası. Küçükçekmece İlçesine bağlı Altınşehir denilen yerde oluşmuş bir mağaradır.

Bu paleolitik kalkolitik dönemlere kadar gidiyor… en kapsamlı kazı 1986’da Prehistorya Anabilim Dalı ile İstanbul Arkeoloji Müzesi ortaklığında yapıldı. Bizim bölüm yaptı. Üstteki 4.5. bölüm tabakaları kalktı. Ondan sonraki 1988-90 da yine bizim anabilim dalı ve California Üniversitesi ortak çalışması tarafından yapıldı. İstanbul’un Ekolojik açıdan çevresinin değişkenliğinin de izlenebildiği bir mağara. Tabi, bu şu açıdan da önemli: İnsanlar Afrika’da iklimin değişmesiyle beraber yukarıya doğru gelmeye başlıyorlar. Bunlardan bir tanesi Akdeniz’den yukarıya doğru çıkma. Daha sonra o dönemlerde adalardan atlayarak bir takım çıkmalar söz konusu paleolitik dönemde. İstanbul boğazı onun için kolaylıkla yürüye yürüye batıya geçme olanakları var. Özetlersek Yarımburgaz Mağarası’ndı bir alt paleolitik dönemde oturuluyor. Sonra kalkolitik dönemde oturuluyor. Daha sonra Bizanslılar burayı bir kilise haline dönüştürüyorlar. Sonra bizimkiler de alt üst ediyorlar, Cumhuriyet sonrası. O da söyle oluyor. Film seti haline geliyor, kaçak kazılar yapılıyor falan… ve böylece mağaranın altı üstüne gelmiş oluyor. Ayrıca mağaranın çevresinde kaçak yapılaşma sürüyor. Biraz daha yakın döneme gelirsek Karadeniz kıyısında Ağaçlı, Gümüşdere; ondan sonra karşı tarafta Kadıköy yakasında Riva, Şile son neolotik döneme ait Fikirtepe, Pendik yerleşmeleri var. Ondan sonra kalkutik dönemlere ait şeylerde 1926’da hemen cumhuriyetten sonra özellikle Topkapı Sarayı ve çevresinde kapsamlı kazılar yapılıyor. Bu kazılarda bu dönemlere ait iki kap bulunuyor (kalkolitik döneme ait) fakat bunlar insitu değil (özgün konumda değil) yani başka bir yerden taşınmış. Ama en azından sur içinden bu döneme ait bir şeyi sunuyor. Ondan sonraki dönemlere hellenistik Romalılar, Bizantionlar, olarak gidiyor.

İstanbul’da yapılan kazıların kapsamı ve sonuçları nedir?

İstanbul’un talihsizliği kapsamlı kazıların çok az olması. Sur içinde en kapsamlı yapılan kazı Hipodrum çevresinde yapılan kazı, Kalenderhane’nin önündeki restorasyon çevresinde yapılmış bir kazı. Bir de kapsamlı denecek Aya İrini’nin restorasyonu ve arkeoloji müzesinin ek binasının yapımı sırasında yapılan kazılar var. Bir de Esnaf Hastahanesi yapılırken bir takım kazılar yapılmış. Onun dışındakiler daha çok hep temelaltı kazıları şeklinde.

Yaptığınız araştırmalarda bugün bilinen tarihle bağdaşan ya da aykırı düşün birşeyler var mı?

Bu zor bir soru.  Son yıllardan yapılan kazılarda surlar Sultan Ahmet Camisi orasında birtakım paralel sokaklar vardır. Cankurtaran değil, amiral tafdil sokakta yine bir temelaltı kazısı yapıldı. Hellenistik döneme ait bulgular çıktı. Ki o kadar derinde böyle bir şey çıkacağını beklemiyorlardı. Normalde surun arkasındaki tabakanın daha ince olması beklenildiği için kazı alanı çok dar bir alandı. Ana toprağa kadar inilemedi.  Çıkan dolguların hepsi şu an incelemede.  Ayrıca şu sırada Sultan Ahmet Cezaevi’nin oradaki kazılar da devam ediyor. Onlar da basına fazla yansımadığı için kaç metre indiler, dolgular hangi döneme aitti doğrusunu isterseniz bilmiyorum.

Metro kazısı yapılırken orada arkeolojik bulgular ortaya çıktı mı?

Aksaray’da eski bir hamamın kalıntıları, onun altında da Bizans’a ait bir takım ana kalıntılar çıktı. Hamam galiba geç Osmanlı. Bunun altında Bizans da var.

Orada toprağa kadar inmişler. Vatan Caddesi eski bir dere yatağı, şu anki Aksaray da, kısmen bir dere yatağıdır. Süleymaniye’nin altında ne olduğu ise bilinmiyor.

Şu anda yer altında bir İstanbul var diyebilirmiyiz? Yer altındaki İstanbul’un sınırlarını çizebilirmisiniz?

Yeraltındaki İstanbul’un sınırlarını çimemem. Çünkü, dediğim gibi bilinmeyen şey bilinenden çok daha fazla olduğu için. Tarihi kaynaklardan, tarihi haritalardan en azından Bizans’a ve Roma’ya ait değişik evrelerde surları olduğu için sokakların ve meydanların, anıtsal yapıların bazılarının ve tapınaklarının yerleri belli. En azından surun içinde yani Tarihi Yarımada’da tabi onun dışındakileri çizmem çok zor. Çatalca çevresinde de bir çok şeyler var.

Mağaralar ve eski yerleşimler var. Silivri tarafında da var. Silivri’nin sur içinin klasik dönemlere kadar gittiği biliniyor. Bu tarihi şeylerle hatta bir parça daha araştırılırsa bunun öteki diğer kolonilerle ilişkileri çıkabilecek nitelikte. Ondan sonra Tekirdağ’a doğru bir sürü yerleşmeler var. Yarımburgaz mağaraları yanından sazlıdere geçiyor. Eski İnsanların en büyük gereksinimi su. Onun için halen akmakta olan dere kenarları civarının çok ayrıntılı taranması gerekiyor. Ondan sonra da sondajlarla taranması gerekiyor. Çünkü bu dere yatağındaki değişmeler, bir takım şeyleri örtmüş vaziyette. Ama bütün bur için geçerli. Mesela Aksaray tarafından birşeyler olduğunu düşünüyorum. Çünkü eski bir dere yatağı. Haliç’i düşündüğünüz zaman en azından 50-60 sene öncesine kadar fabrikalar kurulmadan önce, Kağıthane deresiydi. Son derece hoş bir ortam. İstanbul’da Marmara’da balıktan bol bir şey yok. Balığı var, tatlı suyu var, arkada ormanı var, oturulabilecek arazisi var. Böyle bir yerde oturmaz mı insanlar? Bu korunaklı bir bölge. Nitekim baktığınız zaman Bizans’da da, Roma’da da, Osmanlı’da da Haliç limanları en aktif limanlar. Süleymaniye ve Unkapanı tarafları sürekli olarak ticaret merkezi ve yerleşmeler.

Samatya tarafında Bizans dönemine ait bir köy olduğu söyleniyor.

Olabilir. Şimdi Kültür Bakanlığı’nın koyduğu söyle bir kural var, inşaat yapılacak binanın temelinin derinliği o parselde ve belirli derinliğe kazı yapılıyor. Ana toprağa falan inmiyorlar. Dolayısıyla ana toprağın üzerindeki diğer dolguların niteliği ve dönemi bilinmiyor. Dahası İstanbul topografyası tam bilinmiyor. İlk metro planlandığı sıralarda belediye tarafından bir araştırma yapılıyor. İlk metro planlandığı sıralarda belediye tarafından bir araştırma yapılıyor. 1950’lerin sonunda çok daha kapsamlı bir araştırma, sondajlar yapılıyor. Karot alıyorlar hem de temel altını gözlemleyerekten bir topograf çıkartmaya çalışıyorlar. Gerçek topoğrafya ve bunun üzerindeki dolgu kalınlaklarını çıkartmaya çalışıyorlar. Bu araştırmalar dolgu kalınlıklarının çok değişken olduğunu gösteriyor. Mesela küçük Ayasofya’da 3-4 metreyi geçmiyor. Ondan sonra Sultanahmet’e geldiğimizde 12 metreye gittikleri halde ana toprağa ulaşamamışlar. Haliç’in kenarındaki dolguların ne kadar olduğu belli değil. 1956 yıllarında Silahtarhane’de sondaj yaparken alttaki zehirli gazlar yukarıya çıkmış hatta yangın olmuş. Yani son derece değişken topografyası var.

İstanbul depremlerinin yerleşim alanlarının kapanmasında bir etken olduğunu söyleyebilir miyiz?

Tabi kesinlikle. Özellikle Bizans, Roma dönemlerinde çünkü o zaman daha taş ağırlıklı bir mimari var. Limanla deniz arasına bugünkü gibi toprak dökülmüyormuş. Limanlar kapanmasın diye Bizans bunu yasaklamış. Yalnızca şehir içindeki çukurluk kısımlar dolduruluyormuş. Ondan sonra depremlerden sonra çok etkilenince biliyorsunuz Osmanlı döneminde taş bine yasaklanmış. Hatta kerpiçi de yasaklamışlar. Hep ahşaba çevrilmiş. Ahşap yanıp yıkıldıktan sonra onun dolgusu kalın olmaz. Kaldırılabilir. Fakat esas yıkıntı bu taş yapılardaki yıkıntı. Özellikle Bizans döneminde 1204’deki Haçlı seferinde çok büyük bir yıkım oluyor. Uzun zaman kendini toparlayamıyor, bir takım binalar harabe olarak kalıyor. Türkler İstanbul’u aldıktan sonra bazı binaları onarılıyorlar ama hepsini onarmıyorlar. Büyük camiler yapılırken topografyada değişiklikler oluyor. Özellikle Sultan Ahmet, Süleymaniye, Fatih Camii. Fatih Camii’nin altındaki eski kilise var ve onun altında da bir tapınak olduğu söyleniyor. Fatih Belediyesi camiyi depreme karşı korumak için çevresini ve altını incelettirmiş jeofizikçilere. Deprem için topografyanın anlaşılması için. 14 metrede bazı yerlerde ana toprağa rastlamamışlar, yani dolgu yapılmamış arkeolojik dolgular içermekte. Bu nedenle İstanbul’un her köşesinin topografyasının ayrı ayrı incelenmesi gerekir.

Dünyadaki yerleşimlere baktığımızda, İstanbul İlk yerleşmelerden biridir diyebilirmiyiz? Dünyadaki yerleşme tarihine bakıldığında İstanbul, dünyadaki insanlık tarihinin neresinde?

Hayır diyemeyiz. Dünyada eski çağlara ait bir çok yerleşimler var.

İstanbul önemli bir yerde ama en eski değil. Anadolu’da, Antep’de çok daha eski yerleşimler var. Anadolo’nun her bölgesi birbirinden farklı özellikler gösteriyor. Ortak kültürleri var. Fakat kendi içinde de çok çeşitlemesi var. Anadolu’da topografya farklı ve dolayısıyla kendi koşulları da farklı; yani Güneydoğu Anadolu’da farklı bir şey gösterirken İç Anadolu’da biraz daha farklı. İstanbul’un artık temel altı kazıları biçiminde değil kapsamlı olarak ciddi bir araştırmasının yapılması lazım. Özellikle de büyük projelerde. Bunu bir kültür tarihi olarak bakılması lazım. İstanbul bu kadar eski ve çok önemli bir geçmişe sahip olmasına rağmen Avrupa’daki diğer bu kadar uzun süreli yerleşmelerle karşılaştırdığımız zaman hemen hemen tarihi hakkında çok az bilgi olan şehirlerden bi tanesi. Yapılacak çok şey var, Kültür Bakanlığı’nın bunu zorlaması ve bunu sahip çıkması lazım, belediyelerin de bilinçlenmesi lazım.

Please reload

bottom of page