top of page

Turgut Cansever

Bilimi İlimle Ulvileştiren Turgut Cansever ile İstanbul Üzerine…

"Bilge Mimar" Turgut Cansever'i rahmetle anıyorum...

Turgut Cansever  sınırların ortadan kalktığı bir düşünce dinamiği içerisinde, kaynağı, esaslı sosyo-kültürel  birikimlere dayanan nevi şahsına münhasır bir değer. Ortaya koyduğu her eserde beşeriyetin madde ve mana dünyasına temas eden Cansever’in, mimari çizgisini bu kadar derinleştiren, evrenselleştiren de bu yönelimi belki de…

Mustafa Armağan Turgut Cansever’in yordamını “Tanzimat’la gelen geleneğe rijid düşmanlık ile buna tepki olarak giderek kalınlaşan sözde muhafazakar sığınmacı tavrın evliliği sonucunda verimsizleşen, kısırlaşan ve nitelikli, kendisi olan ürünlerin varolmasını neredeyse imkansızlaştıran bir ortamda, kargaşadan, gündelik hesaplardan uzakta kendi fikir ve sanat kozasını ören bu bilge insan duymak isteyenlerin bile zor farkedeceği seyreklikteki yazı ve konuşmalarıyla düşüncelerini kamuoyuna duyurmayı yıllardır büyük bir görev bilmişti” şeklinde ifade ediyor.

Röportaj: E. Hilal Korucu, Emine Uçak

 

Bilgeliği mimarlıkla buluşturan Turgut Cansever aynı zamanda bir İstanbul uzmanı. “Bu Şehr-i İstanbul” kitabında İstanbul üzerine kalıcı değerlendirmeler yapan Cansever’in İstanbul’un tarihsel gelişimde kaybettiği kültürel ve mimari özelliklerini İSTONBUL’a değerlendirdi.

İstanbul’un mimari açıdan bozulması sizce ne zaman başladı?

18.asrın ikinci yarısında Nuriosmaniye Camii’nin, haşin Barok mimarisi ile inşa edilmesiyle başladı. Bunun etkileri ile 19. Asır başından itibaren İstanbul’un kültür değerleri, mimarisi ve şehir özellikleri her aşamada daha da hızlanarak tahribata uğradı.

Büyük bir müzisyen ve kültür adamı olarak bildiğimiz Padişah 3.Selim, Mimar Sinan’ın Kanuni Sultan Süleyman için inşa ettiği köşkleri ve sarayı yıktırıp yerine Selimiye Kışlası’nı inşa ettirdi.

Tanzimat sonrası Batı etkisi altında İstanbul’un tarihi ve müstesna bir öneme sahip mimarisi yerine, kaba, yüzeysel, gösterişçilik ürünü yapılar İstanbul’un her yanını kapladı. Çok mesut bir kaza ile yanan ve yok olan Adliye Binası, Ayasofya ve Sultanahmet camilerinin yarı yüksekliğini aşan bir mimarlık ucubesiydi. Beyazıt’ta Eski Saray’ın yerine inşa edilen Harbiye Nezareti ve özellikle 1945-1950 yılları arasında yıkılan kışla binaları, Süleymaniye’nin tüm ölçü düzenini yok ederken iptidai, duyarsız ve seviyesiz yapılar idi. Sultan Abdülaziz memleket için büyük bir gelişme olarak düşündüğü demiryolunu Sirkeci’ye getirmek için Topkapı Sarayı’nın müstesna güzellikteki İncili ile Pembe Köşklerini feda ederek, Sepetçiler Kasrı  ile Cebeciler Kasrı’nı Topkapı Sarayı bütünlüğünden kopartan demiryolunu inşa ettirdi. Demiryolunun Sirkeci’ye gelmesi Altın Boynuz’un sanayi alanı olarak gelişmesine, tüm Haliç sahil saraylarının yok olmasına ve Haliç’in bir kirlilik odağı durumuna düşmesine sebep oldu.

Harbiye Nezareti ve giriş aksı kapıları, dört asır şehrin kültür merkezi olan Beyazıt Camii Meydanı’na yön veren Beyazıt Camii ve külliyesinin kıble istikametine 45 derece aykırı yönden bir mimari aks oluşturarak 1860’lı yıllara kadar varlığını sürdüren geleneksel meydan düzeni yok edildi. Balkan muhacirlerinin İstanbul’un ahşap mahallelerine yerleşmesi sonunda Fatih, Çırçır, Laleli, Akbıyık yangınları tarihi yarımadanın ahşap stoğunu yok etti. İstanbul’un 1840 Türk-İngiliz Ticaret Anlaşması sonunda bir ithalat limanı ve şehri haline dönüşmesi Galata’nın Osmanlı şehir dokusunu yok etti ve İtalyan, Rus, Fransız kalfaları bugünkü Galata’yı inşa ettiler. 1937’de İstanbul planlamasını yapmak üzere gönderilen Henri Prost’un İstanbul yarımadası Nazım Planı ve Boğaziçi sahil yolu planlarının ölçüleri, genişilikleri karayolu mühendislerinin Başbakan Adanan Menderes’e baskıları ve telkinler ile büyütülerek tatbik edilmesi sonunda tarihi İstanbul’un insan ölçeğinde ve yayalar için tasarlanmış yol şebekesi yok edildi.

Birbirinden ayrı (Dersaadet, Üsküdar, Galata ve Eyüp Sultan olmak üzere) dört şehirden ve çevre kasaba ve köylerinden oluşan galaksi biçimindeki İstanbul tarihi metropolü, Tanzimatçıların ve özellikle 1957-1960 dönemi icraati ile yağ lekesi halinde büyümüş dev bir şehir, bir kirlilik ortamına dönüştü.1930’larda sürekli nüfusu 300.000 kişi olan İstanbul yarımadası 1935-1938 yılları arasında açılan Atatürk Bulvarı, 1957-1960 arasında inşa edilen Unkapanı-Eyüp-Silahtar sahil yolu ile her yönden gelen transit trafiğin çiğnediği bir alan haline geldi.

Bu bozulmanın ana sebepleri nelerdir?

Bunu üç başlık halinde toplamak mümkün:

1)Büyük ölçü tutkusu, demiryolu, geniş caddeler, büyük yapılar gibi insanı önemsizleştiren sahip olma hırsı

2)Müelliflerin gururlandıran ve vücuda getirdiklerini putlaştıran yanılgı

3)Hiçbir şehrin ve özellikle İstanbul gibi yüce bir geçmişe sahip olan bir şehrin göç dalgaları altında çiğnenip yok olmaya terk edilememesi gerektiği bilincinin kaybedilmiş olması.

Bu gidişata nasıl dur denilebilir?

Evvela şehre her yıl yüz binlerce insanın göç etmesine son vermek, yapılması gerekeb ilk ve en önemli görev olarak karşımıza çıkmaktadır. Hızlı bir nüfus artışının yaşandığı ülkemizde, artan ve tarım alanlarından taşan nüfusun yerleşeceği yeni şehirlerin vücuda getirilmesi için en az bölge ölçeğinde yeni nüfus için yeni şehirler stratejisinin uygulamaya konulması ,lk ve en acil görev olmaktadır. Bu amaçla şehirleşme amaçlı bir bölge gelişme ve yerleşme düzeni planlaması bir gün bile kaybedilmeden başlatılmalı ve uygulamaya geçirilmelidir.

Bunun dışında neler yapılabilir?

İstanbul 5 asır İslam aleminin merkezi ve insanlık tarihinin en yüksek kültür odağı olarak geliştirilmişken bugün bir çirkinlikler ve kültürel kirlilikler ortamı haline düşürülmüş ise insanlığa, İslam alemine ve toplumumuza karşı ilk ve asli görevimiz İstanbul’u tekrar İslam aleminin ve dünyanın bir kültür ve medeniyet merkezi haline getirmek.

Bu amaca yönelik olarak yapılacak ilk iş, mevcut tarihi mimarlık mirasının ve tarihi şehir alanlarının korunmasıdır. Tarihi mimarlık mirasının korunması için bu eserlerin restore edilmesi ve kullanılır hale getirilmesi gereklidir. Uluslararası koruma kampanyasına konu teşkil etmiş olan Süleymaniye, Zeyrek gibi ve tarihi yarımadada elde kalmış sınırlı sayıda ahşap yapının restorasyonu, 20 yılı aşkın bir süredir konunun özünden ve ayrıntılarından bihaber kadroların elinde her gün daha çok harab olmaya terkedilmiş bir durumda bekletilmektedir.

Yetkililerin bu duruma bir son vermeleri ve bu iki mahallenin restore edilmesini sağlayacak sanat, bilgi ve yeteneğine, tecrübesine sahip kişilerin sorumluluğuna bu işin tevdi edilmesi görevlerden birincidir.

Bu görev kimlere düşüyor?

Bu herkese düşüyor. İstanbul’a bir gelecek sağlamakla sorumlu herkes İstanbul yarımadası için belirlenecek tarihi mimarlık kültürü ve tarihi kültürel muhteva ile uyum içinde olması amaçlanan mimari özellikleri belirlemelidir. Bu amaçla şehrin bu konuda tecrübeli mimarlarının oluşturduğu bir çalışma grubu eli ile ‘tarihi yarımada konut mimarı standartları’ tesis edilmeli, bütün yeni yapılar bu esaslara uygun tasarlanmalı ve gerçekleştirilmelidir.

İstanbul’u nasıl bir gelecek bekliyor?

Öncelikle ulaşım, arazi kullanımı ve mimari açıdan gerekli tedbirler alınırsa gelecekte İstanbul eski ihtişamına yeniden kavuşabilir. Bunun sağlanabilmesi için göç artışının engellenmesinin dışında sanayinin İstanbul dışına kaydırılması da yapılması gereken en önemli işler arasında geliyor. Sosyal, ekonomik, kültürel bir program yapılıp buna göre çalışmaların yürütülmesi sonucunda İstanbul yeniden dünyanın ekonomik ve kültürel merkezi haline gelebilir. Ama, aksi takdirde İstanbul’u iyi bir geleceğin beklediğini söyleme mümkün değil.

 

TURGUT  CANSEVER

1921’de İstanbul’da doğdu. 1946’da İstanbul Güzel sanatlar Akademisi Yüksek Mimarlık Bölümü’nü bitirdi. 1949’da İ.Ü. Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Bölümü’nde doktorasını tamamladı. 1950-51’de Devlet Güzel Sanatlar Akademisi’nde öğretim üyeliği yaptı. 1957’de İstanbul Belediyesi’nin planlama çalışmalarını yürüttü. 1960’ta doçent oldu. Aynı yıl ODTÜ Mimarlık Fakültesi’nde iki yarı yıl diploma projesi yöneticisi oldu.1950-60’da kuruluşunda bulunduğu Marmara Bölgesi Planlama Teşkilatı Başkanlığı’nı, 1961’de İstanbul Belediyesi Planlama Müdürlüğü’nü yürüttü.1974’te İmar ve İskan Bakanlığı’nda danışmanlık, 1974-75’te İstanbul Metropol Planlama Dairesi’nde başkanlık yaptı.1974-77 arasında Avrupa Konseyi Türk Delegasyonu Üyeliği’nde bulundu. 1975-80 arasında İstanbul Belediyesi’nde, 1980’de Ankara Belediyesi’nde metropol planlama, yeni yerleşimler, kent merkezleri ve koruma sorunları gibi konularda danışmanlık görevleri üstlendi. 1980’de Edirne Devlet Mühendislik Mimarlık Akademisi (bugünkü Trakya Üniversitesi) Mimarlık Bölümü’nde bir yarı yıl diploma projesi yönetti. 1983’te Mekke Üniversitesi’nde eğitim programını hazırlayan kurumun danışmanı olarak çalıştı, aynı yıl Ağa Han Mimarlık Ödülü için jüri üyesi seçildi. Turgut Cansever, çeşitli alanlardaki tasarım ve uygulamalarında modern mimarlığın sorunlarına tarihi, çevresel ve kültürel değerlere ağırlık vererek çalıştı. Ankara’daki Türk Tarih Kurumu Binası, Bodrum’daki Ertegün Evi (1980) ve Demir Turizm Kompleksi (1992) ile üç kez Ağa Han Mimarlık Ödülü’ne layık görülmesinin yanısıra çeşitli ulusal ve uluslararası yarışmalarda dereceler aldı.


 

Please reload

bottom of page