top of page

Şakir Eczacıbaşı

​Kent Soylu Bir Sanatçı

Türkiye’nin en büyük kuruluşlarından biri olan Eczacıbaşı ailesinin öncü isimlerinden birisisiniz? Ama kamuoyu sizi daha çok kültürel etkinliğiniz ve bir fotoğraf sanatçısı olmanız münasebetiyle tanıyor. Sizi iş yaşamından alıp, kültür ve sanata yönlendiren hissinizi bizimle paylaşır mısınız?

Ben iş yaşamındayken sanata yönelmiş değilim. Daha iş yaşamına girmeden, 1950 ‘lerin başlarında o dönemin en önde gelen gazetelerinden Vatan’da sanat editörlüğünü yapıyor, Tunç Yalman’la birlikte ‘Sanat Yaprağı’nı çıkarıyordum. Sanayi alanında çalışmayı düşünmüyordum bile.Gerçekte daha çocukluk yıllarımda sanat konularına büyük ilgi duymaya başlamıştım. İlkokulun henüz başlarındayken, İzmir’deki evimizin bahçesinde her yaz arkadaşlarla resim sergileri açardık.

Fotoğraf sanatının en özel ve en sizi etkileyen yanı nedir?
Bir fotoğraf makinesiyle istediğiniz her görüntüyü, kendi duygularınızı katarak saptayabiliyorsunuz. İşte fotoğraf sanatının beni en çok çeken yanı budur. Sanatsal anlatımı, resimya da heykel yoluyla yapmayı seçseydim, bir yandan çalışma yaşamında yöneticiliği, öte yandan da sanatı birarada sürdüremezdim. 

Bir fotoğraf ustası olarak objektifinizden görünen İstanbul’u bize anlatır mısınız?
İstanbul bir tutkudur benim için… İstanbul yalnızca bir kent değil, başlıbaşına bir iklim, bir alem, bir dünyadır. Lamartine, "O kentte, tarih ile insan, doğa ile sanat, insan gözünün yeryüzünde görebileceği en büyüleyici görünümü, hep birlikte yaratmıştır’ demiş İstanbul için.

Yılın her mevsiminde, günün her saatinde değişen ışıklarla başka renklere, değişik görüntülere bürünür Boğaz, Haliç kıyıları, Marmara ve Karadeniz. Renk renk balıkçı kayıkları, ada vapurlar, Üsküdar motorlar, tepelerde köşkler, herbiri adıyla anılan, bir öyküyü anımsatan yalılar… Saraylar, kasırlar ve İstanbul’u hala savunur gibi duran surlar, hisarlar… Görkemli bir geçmişi simgeleyen anıtlar… Sinan’lar, sesssiz sokaklar, kuytu çıkmazlar , insan dolu meyhanaler, değişen, hep değişen caddeler.. Tadına doyum olmaz çarşılar, pazarlar, Kapalıçarşı, Mısır Çarşısı, Balıkpazarı… İşte ben, bütün bunları görüyorum objektiften İstanbul ‘a bakınca…

İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı’nın kuruluş amacı ne idi? 1973 yılından beri yapılan faaliyetlerle bu amaca hangi düzeyde ulaşıldı?
İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı’nın amacı, festivaller düzenleyerek bir yandan dünya sanatının, seçkin örneklerini İstanbul’a taşırken bir yandan da Türkiye’deki zengin kültür ve sanat birikiminin ve Türk sanatçılarının uluslararası alanda tanınmasını sağlamak… Bunları yaparken, İstanbul’un bir dünya kültür başkenti konumuna gelmesi için katkıda bulunuyor İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı.

Vakfınız tarafından organize edilen Film, Tiyatro Müzik, Caz festival ve etkinlikleri ve İstanbul Bieanali ile yuriçi ve yurtdışında ne ölçüde etki alanı oluşturdunuz? Bu etkinlikler İstanbullular tarafından nasıl karşılanıyor? Katılım ve etkinlik sonuçları sizi hedefinize ulaştırıyor mu?

Her yıl, iki bin dolayında sanatçı katılıyor festivale… İzleyici sayısı ise üç yüz bin dolayında. Müzik festivali, başarılı çalışmalarından ötürü Unesco Büyük Ödülü’nü kazanmıştı 1992’de. Her yıl üç yüz dolayında film, iki bin dolayında caz festivali yapılıyor dünyada… Bizim festivallerimiz, film caz ya da tiyatroda en ön sıralarda yer alıyor. Bienal ise yüzyıllık Venedik Bienali’nden sonraki en önemli Bienal sayılıyor.

İstanbul’un kültür ve sanat varlığının bugününü ve geleceğini nasıl değerlendiriyorsunuz?
İstanbul’ da gerçekleştirilen kültür ve sanat etkinlikleri her geçen gün artıyor. Gelecekte daha da artacağına inanıyorum. Günün birinde, bu, iki kıtayı birleştiren , geçmişi yaklaşık üç bin yıl öncesine giden, iki imparatorluğun başkenti iki dinin başlıca odağı, sayısız toplulukların, türlü inançların yerleşim alanı İstanbul, günün birinde bir dünya kültür başkenti’ sayılacak hiç kuşkusuz.

4 Ekim-30 Kasım tarihlerinde ‘Kapılar Ve Pencereler’ serginiz vardı. Neden kapılar ve pencereler?
Kapılar, pencereler estetik açıdan yapıların, özellikle evlerin en etkileyici öğeleri oldukları gibi onların ardında yaşayan insanların kimliklerini, yaşam biçimlerini, gizemlerini yansıtır. Her kapı ya da pencere farklı bir buluş, bir öykü, bir coşkudur benim için…

İçimdeki birikimler, duyarlılıklar, çoşkular ya da hüzünler görülür o fotoğraflarda… Şöyle diyor Fazıl Hüsnü Dağlarca;

Kapılar açılır ardına kadar
Kuşlar uçar anılar içinden

Bir süre ön ce ‘Gülen Düşünceler’ adıyla Bernard Shaw üzerine bir çalışmanız yayımlanmııştı. Şimdi de ‘Oscar Wilde’ın ; Tutkular, Acılar Gülümseyen Düşünceler’i çıktı. Neden bu iki yazar?
Önemli İngiliz yazarlarını Türkiye‘ye tanıtmat gibi bir amacım yok elbet. Ama Shaw ve Wilde’nin çok özel bir anlamı var benim için. İkisi de İngiliz Yönetimine Ondokuzuncu yüzyılın ‘Victoria Ahlakı’na başkaldırırken, her türlü gelenekselliğe, tutuculuğa, bağnazlığa, hoşgörüsüzlüğe karşı çıkmışlardı. İkisi de yapıtlarında da, konuşmalarında da , düşüncelerini, eleştirilerini yaparken insanları gülümsetmeyi de bilmişlerdi. Böylece alışılmış, basmakalıp inançlara karşı yepyeni görüşlerin kapılarını aralamışlardı. Sanıyorum, bugün yaşadığımız siyasal ve toplumsal sorunlar karşısında Türkiye, Shaw ve Wilde ‘nin düşüncelerinden çok yararlanabilir.

Please reload

bottom of page