top of page

Ünsal Oskay

“Türk Toplumu Aslanlar Gibi Değişiyor”

Değerli Hocamı rahmetle anıyorum..
Özellikle herkesin birbirini eleştirdiği şu dönemde içinde bulunduğumuz sosyal psikolojiden yola çıkarak Türk toplum yapısını ana hatlarıyla anlatır mısınız?

Türk toplumu, Kanuni Sultan Süleyman döneminin sonlarından günümüze kadar uzanan bir, dünyanın gerisinde kalmamaya, dünyanın özellikle batı ülkelerinin gelişmelerini hayat tarzlarındaki değişmelerin dışında kalmamaya, bunun nasıl birşey olduğunu batıda neler olup bittiğini anlamaya ve onu anladıktan sonra da kendi bünyesinde de yavaş yavaş özellikle kültürünün maddi yapısında değişmeye çalışan bir toplum.

Her değişme büyük sancılar yaratır. Her değişmede bir yandan değişimin kendi gösterdiği yönde çaba sarfedilir. Öbür yandan da bu çabaların yarattığı sancılar, ödemek zorunda bıraktığı yüksek maliyetlerden ötürü bir tepki meydana gelir. Bu tepki ileriye doğru değişmeye çalışan toplumun durmadan geçmişini özlemesi şeklinde ortaya çıkar. Bunlara biz geriye yönsemeli arayışlar diyoruz. Hem değişmeyi sürdürürüz aralıksız, hem de durmadan geçmiş gitgide bizden uzaklaşan, Ahmet Hamdi’nin Yeni Cami için söylediği güzel bir söz vardır. “ Akşam yıldızlar altında uzaklaşan bir hayal gemisi gibi” geçmişin o uyumlu dengeli günleri gitgide uzağımıza doğru çekilir. Bu çekilme devam ettikçe de biz gitgide daha yoğun bir şekilde geçmişi özleriz. O geçmişin kendisi değildir geçmişe yönelik bir özlemdir. Böyle gider. Türk toplumu bugün bunu yaşıyor. 

Ne zamandan beri yaşıyor?
350 yıldan beri yaşıyor. Dolayısıyla şu düşünce ilericidir, bu düşünce gericidir diye bir ayrım yapmadan Türk toplumunu değişme çabası içinde olan ve bunun çok yüksek maliyetini ödemeye mecbur kalmış bir toplum olarak görmek lazım. Yarattığımız geçmiş özleminin de geçmişteki 4 halife zamanından, Peygamberimiz zamanından, Kanuni zamanından muhafaza edebileceğimiz sürdürebileceğimiz , bugünkü hayata katabileceğimiz gerçekten o değerleri arayıştan ziyade bu günkü değişim sürecinin yarattığı sancılara karşı bir arayış olarak düşünmek lazım. Böyle düşünebilirsek bu değişim sürecini yaşarken değişik tepkiler veren kesimlerin birbirleriyle demokratik bir toplum modeli üzerinde uzlaşmaları çok daha kolay olur. Türk toplumu bugün bu sancıları yaşıyor. Bu sancıları yaşayan toplumun değişik kesimleri tabiki değişik tepkiler veriyor. Bir kısmı geçmişten bütünüyle kopmak istiyor, bir kısmı zaten bizden yeterince uzaklaşmış olan bir geçmişi muayyen olarak tekrar inşa edip ona dört elle tutunmak istiyor. Ve bu anlayış sayesinde de irrasyonel bir didişmedir gidiyor. Bir sosyalbilimci ve kültür sosyologu gibi baksak birbirimizin kalbini kırmadan bu değişimi hem hızlandırmak hem de bunun akıllı, daha bilinçli bir şekilde takip edebilecek hale geleceğimiz için bunun yarattığı sancıları da hafifletmiş olacağız. İnşallah Türk toplumu demokrasinin getireceği bir takım kurumsal ve kişisel hayatımızda yaşadığımız değerler sayesinde bunu alacaktır. Türk toplumu yine de büyük bir kabiliyete sahip dünyanın birçok ülkesinde bunlar kanlı ihtilallerle, çok daha yüksek maliyetlerle oluyor. Biz iyi kötü bir geçmişe sahibiz. Bu uzun geçmiş süresince bizi dünyanın üç kıtasında defalarca yeni toplumlar inşa etmişiz. Yeni devletler kurmuşuz. Çok parlak bir dönemimiz olmuş. Sarsıntılı günlerimizde olmuş. Türk toplumunun durumunu tahlil ederken, benim Stanford Üniversitesinde hocam da olan İngiliz büyük tarihçi Arnold Toynbe’nin bir TV röportajında söylediği bir sözü var. “Tarih açısından bakacak olursak bir ülkenin bir milletin büyüklüğü sadece kazandığı zaferlerle ölçülmez yaşadığı büyük yıkıntılardan sonra büyük yenilgilerden sonra da toparlanıp kendisini ayakta tutabiliyorsa. Büyük toplum büyük millet ona derler.. Şimdi bunu niye söyledim. Türk toplumu 350 seneden beri sancılı bir süreç yaşıyor.. Ve Türk toplumu adaptasyon kabiliyeti çok yüksek. Unsurları değişik. 

Toplumsal yaşamda dinin yeri nedir?
Din bir türevdir. Sosyal ve ekonomik hayatın gıcırtısını azaltan acısını azaltan bir lübitan yağ gibidir. Senin kurduğun hayat içinde verimsiz bir dönemse din bir teselliden başka bir şey veremez. İşleyen bir hayatsa o işleyişi hızlandırır. Çünkü kültürün manevi yanıdır. Bütün alanlarda böyledir. Yani sadece bu değil. Yaşama sevinci varsa bir halk tatil günlerinde balık tutmayı veya top oynamayı komşu ziyaretinde bulunmayı unutmamışsa, kalkınması daha hızlı olur.

Yoksa tek başına din ne kabahatlidir. Ne de herşeyin yaratıcısıdır. Böyle serinkanlı düşünmeye çok ihtiyacımız var. Bu coğrafyanın büyük şansı var. Bu insanlarında çok büyük bir kabiliyeti var. Şimdi dağınık durumdayız, çözülmüş durumdayız, şaşkın durumdayız ama yinede dünyanın birçok ülkesiyle mukayese edildiğinde Türkiye bu alanda uzun ve başarılarla dolu bir geçmişin mirasını yiyor. Bu oranda da hala herkes birşeyler yaratabiliyor. Biz böyle aydın kesim olarak baktığımızda mesela gecekondu felaket bölgesi geliyor. Felaket bölgesi ama toplumsal sistemin kendi irrasyonel yanlarından ötürü felaket bölgesi yalnız bırakılmış. Olanakları son derece kıt bir durumda yaşayan insanlar gecekondu yapıyor. O yapıyı yapan adamın içinde yaşama sevinci var. Gecekondusunun önünde üç tane kavak bir tane ağaç dikiyor. Etrafını güzelleştirmek istiyor. Bizim insanımız yaşamına renk kazandırmak istiyor. Ve bunu bu insan bu kadar yapıyor. Bu adam Fransa ve İngiltere’de gezip de parkların çeşitleri bilmem doğal park, geometrik park bunları incelemiyor. Kendi içindeki içgüdüsel yaşama sevinci ile yapıyor. Yani adam olmayı çoktan haketmiş bunun çabasını veren bir 60-70 milyon insanımız var. 


Cumhuriyet sonrası Türk toplumunun bugüne kadar yaşadığı hareketlilik ve hızlı değişimi nasıl yorumluyorsunuz?
Bakınız 1960’lardan beri hızlanan bir şey var. 1944-45 Marshall yardımı, Demokratik Partinin iktidara gelişi, karayollarının ilerlemesi, tarıma makinanın girişi Türk toplumu çomak sokulmuş bir arı kovanı gibiydı. Halk köylü birden uçuşmaya başladı. Herkes nafakasını arttırmanın peşinde, herkes çoluk çocuğunun kızamıktan ölmeyeceği şehirlere gelmek istiyor. İş bulacağı şehirlere gelmek istiyor. E kötü de olmamış başlangıçta . 1950’li yılların başlangıcında 60’lı yıllara kadar şehirlere gelenler iş bulabiliyorlardı. Verimlilik artmıştı ve tarım bunu besleyebiliyordu. Köyden kente gelen insanın fasulyesi mercimeği nohutu iyi kötü yine köyden geliyordu. O da şehirde düzenli bir işe sahip olduğu için köyünden şehre hastanelere gelenlerin hısım akrabasına yatacak yer sunuyordu aş sunuyordu. Bu düzende bozuldu.1973-75’den sonra. Ve Türk toplumu bugün ateş üzerinde patlamaya hazır mısır gibi patır patır. Ama o patlayan mısırın savrulmasına mani olan bir tel kafes var. O tel kafesi değiştirme kimi lazım. Büyütmek mi lazım bilmiyorum fakat kendi aramızda şiddete başvurmadan, karalamaya başvurmadan, birbirimizi hor görmeden yaşadığımız bütün bu sorunları tartışmamız konuşmamız lazım. Geriye dönmeci duygulara yeni bir hayat getireceği için yada toplumu geriye götüreceği için korkmadan biraz anlayışla bakmak lazım. Anayasanın korunması lazım. Türkiye toplumu laik bir toplum olarak yaşayabilir. Bunun içinde İslam’ın değişik mezheplerinin rahat nefes alacağı bir düzen anlayışı var. Gayrimüslimler var. Dışardan gelecek insanlar var. Bu ülkenin ve milletin yüzlerce yıldan beri çok kültürlü bir ortamda yaşama zevkini tatmış Türk milleti için de en büyük saadetin ben laik bir düzen olacağına kesinlikle inanıyorum. Türk toplumu aslanlar gibi değişiyor. Ama bu değişme sırasında problem nereden çıkıyor. Değişmenin sağlayabildiği pastanın büyüme hızı saatte 60 km, milletimizin toplumumuzun her kesiminin refahını arttırmasındaki hız ise 360 km’dir. Böyle olunca ne oluyor. Bu hızı arttırmanın yolunu bulamayınca, insafsızlar, yasa tanımazlar, özellikle siyasi ilişkilere dayanarak, devletin olanaklarını da zorlayarak, ıkına sıkına üçbeş kuruş artı değer yaratan milyonlarca sıradan insanların toplumun yarattığı gayrisafhi milli hasıla artışıyla aslan payını çoğu zaman meşru da olmayan gayri meşru yollarla ele geçirme çabaları vardır. Bu milletin ahlakını bozuyor, ümidini azaltıyor ve o zamana kadar büyük feragat gösterip namusuyla yaşayan küçük insanların namus ahlak anlayışını dejenere ediyor. Türkiye bu sancıları da yaşıyor. Ama ben yinede tarihle ilgilenen bir sosyal bilimci olarak tarihimizden de gelen bir umutla bu toplumun yaşayabilecek bir toplum olduğuna, bu dertlerinden sıyrılıp daha insansı daha onurlu bir hayatı kurabilecek bir toplum olduğuna kesinlikle inanıyorum. 


Deprem anında verdiğimiz tepkiyi sosyolojik açıdan nasıl değerlendiriyorsunuz.?
Bizler bizim toplumumuzda yaşayan insanlar , müslümanı, müslüman olmayanı. Etnik açıdan toplumda farklı farklı kesimlerimiz var. Ve Allah’a şükür ki iyi ki var. Ne büyük marifet.. Biz dar görüşlü bir millet değiliz. Mutaassıp bir halk da değiliz.Ama sosyal hayatımız iktisadi hayatımız, büyük sorunlarla karşılaştığı vakit çöküyor. Birtek kusurumuz var iyi insanlar olduğumuz için içimizdeki yaratıcı enerjiye hep güvendiğimiz için birden parlıyoruz. Soruna sahip çıkmak istiyoruz. Ama arkasını getiremiyoruz. Çünkü örgütlü değiliz. Bir halk bu kadar örgütsüzlük içinde daha ne yapabilir. Örgütlendiğiniz vakit o tepkiler kurumsal tepkilere dönüşecektir. Bu deprem olayı üzüldük ah vah ettik? Omurgasını bilginin oluşturduğu bir inançla ve kültürel yapı ile savaşacaksınız.

Depremden ders aldığımıza inanıyor musunuz.?
Şimdi karamsar bir açıdan da bakabiliriz. Biraz iyimser bir açıdan da bakabiliriz.Toplumun parası olan kesimleri bundan sonra çürük çarık bina almamaya özen gösterecek. Yoksullar için ev sahibi olma bilinmeyen bir zamanda yaşanacak olan deprem felaketini bekleyebilecek maddi imkanı olmayan kesimler için ev sahibi olma çok daha acil bir ihtiyaç ise, ucuz inşaat yapma geçici bir süre içinde olsa rasyonelliğini sürdürecek.Türkiye’de yıkılan binanın akasında sadece müteahhitlerin sahtekarlığı değil, halkın mümkün olduğu kadar düşük fiyatta biran evvel yazlık, kışlık, sonbaharlık ev sahibi olma istekleri de vardır. Halkın temel ihtiyaçlarından biri de konut sahibi olmak. Yazlık sahibi olmak temel bir ihtiyaç değildir ama temele yakındır. Halkımızın maddi olanaklarının artış hızının çok daha üstündedir. Daha refah içinde yaşıyormuş gibi kendisini hissetme arzusu var. Sadece gösteriş olarak değil. Rasyonel bir boyutu da var bunun rahat etmek istiyor. Çoluğunu çocuğunu deniz kenarına götürmek istiyor. Neden yazlık düşmanı olacakmışız? Yazlığa giden adam yaşama hünerini geliştiren adam demokrasi için de bir güvencedir. Hayatın tadını almayan bir insan askeri veya sivil diktatörden rahatsız olmaz. Ama yazlığı olan bahçesine çiçek diken, sofrasına oturduğu vakit sofrasına temiz bir örtü sermeyi öğrenebilen bir halk diktatörlükten hoşlanmaz. Başına kanunsuz işler yapacak bir yönetim geldiği vakit ben buna mı layığım. Temiz çatal bıçak kullanmak, sofraya iki tane çiçek koymak. Karısının kir pas içinde dolaşmaması için ona parfüm almak demokrasinin gerçek teminatı bunlardır. Bilmem ne anayasası, bilmem ne kanunu anayasanın teminatı değildir. Demokrasinin her yerde her anayasa sisteminde ırzına geçenler vardır. Latin Amerika’da da vardır. Uzakdoğu’da da vardır. Güneyimizde de vardır. Bunun teminatı anayasalar, babayasalar değil halkın gündelik yaşamındaki incelik duygusudur. Birbirine duyduğu saygıdır. Karısının saçını koklarken, çocuğunun alnını öperken güzel ve gelişkin duygulardır. Bunları hor görüyorsanız demokrasi yaşamaz. Çünkü demokrasiyi yaşatacak olan şey insanın kendisine duyduğu sevgi ve saygıdır. Ağaca denize çocuğuna kedisine bulutlara duyduğu sevgidir. Yaşama duyduğu minnet duygusudur.Add News Story here

Please reload

bottom of page