top of page

Esin Afşar

Sanatta Evrensel, Özgün ve Doludizgin Bir Varoluş

Sanatın evrenselliğini yaşayan ve yaşatan bir sanatçı Esin Afşar. Sanatçı kavramının yozlaştığı bir dönemde bu kavramdan uzak dursa da; Türkiye ve Dünya’da birçok müzik otoritesi Afşar’ı sanatın gerçek icracısı olarak değerlendiriyor. Piyano ile başlayan eğitimi şan dersleri ile iyi bir temel oluşturdu sanat yaşamı için. Ardından Muhsin Ertuğrul’un önerisi ile girdiği sınav sonrası 12 yıl tiyatro oyunculuğu yaptı. Tiyatronun ardından ilk gözağrısı olan müziğe dönüş yaparak, çağdaş folk müziği akımını yeniden başlattı. Diplomasi dünyasının içerisinde diplomat bir baba ve gazeteci-yazar annenin çocukları olarak gözlerini dünyaya açan Esin Afşar, başarılı çalışmaları sebebiyle “ Diplomatik Sanatçı” ünvanı aldı. Macaristan, Bulgaristan, Fransa, Avustralya, İsviçre, Amerika ve Japonya başta olmak üzere dünyanın birçok ülkesinde Türkiye ve sanatı adına başarılı çalışmalar yaptı. Anadolu folklorunun zenginliğini evrensel sanat değerleri ile ortaya koyan Afşar, yine Anadolu topraklarının insanlığa armağan ettiği Yunus Emre ve Mevlana’yı kainatın evrensel dili olan müzikle kitlelere ulaştırdı. Sanatçı duyarlılığı ile sosyal sorumluluğu da üzerinde taşıyan Esin Afşar, birçok vakıf ve derneğinde yönetim kurulu ve kurucu üyesi. Başarıları geniş kitlelerce malum olan Esin Afşar ile sanatı ve kendi dünyasında kısa bir gezinti yaptık.

Üretkenliğinizin kaynağı nedir?
Bu genetiktir. Aileden gelme. Annem gazeteci ve yazardı. Babam diplomat ve aynı zamanda yazar, ağabeyim meşhur Prof. Dr. Oktay Sinanoğlu, diğer ağabeylerim de profesör. İçlerinden müzisyen bir ben çıktım. Babam da hep özverili ve idealistti. Ağabeyim ve ben de öyle. Genetik olsa gerek diyorum. Miskin bir aileden bu çıkmazdı. Ses konusu da genetik. Annemin de güzel sesi vardı. Operacı değildi ama operacı olacak kadar güzel bir sesi vardı.

Müzik başlangıcınız....?
Ben Ankara Devlet Konservatuarında piyano öğrencisiyken; Maria Callas’ın da hocası olan Elvira De Hidalgo isimli İspanyol şan hocası konuşma tonumdan iyi bir sesim olduğunu anlayıp beni operaya almak istedi. Şan hocalarının isteği ile hatta çekiştirmesi ile soktular içeri beni. Fakat Madam Hidalgo sert bir hocaydı. Onu bildiğim için ben çok çekiniyordum. Ama kendi öğrencilerinden kısarak bana beşer onar dakika ders veriyordu. Tabi ben çok yararını gördüm. Fransa’da bir röportajım sırasında Hidalgo’dan bahsedince röportajı iki saate çıkardılar. Hidalgo Enrico Carisio ile sahneye çıkmış bir çok önemli bir kadın.

Böylesine evrensel bir sanatçı olabilmenin temeli nedir?

Daha sonra piyanist olarak devlet tiyatrolarına girdim. O dönem genel müdür Muhsin Ertuğrul idi. O da bana sahnenin altından üstüne çık dedi. Sonra da beni tiyatrocu yaptı. 12 yıl devlet tiyatrosu sanatçılığım var. Bütün bu güzel sanatları bir arada toplayınca güzel oldu tabiki. Kendiliğinden evrenselleşti olay. Dışişleri bakanlığı diplomatik sanatçı ünvanı verdi bana. Bu ünvan durup dururken verilmedi. İhsan Sabri Çağlayangil o dönem dışişleri bakanı idi. Yaptığım işi gördü. Macaristan’a parlamenterlerle beni gönderdi. Orada Macar devlet başkanı kabul etti beni. Macaristan’da konser verdim. Ondan sonraki olaylar birbirine açılan pencere oldu. Ve ülkemi kendi müziğim ile tanıtmaya çalıştım. Çok sesli folkla. Kendi halk müziğimiz ile çok sesli olarak açıldım. Fransa’da Paris Şehir Tiyatrosu denen çok önemli bir yer var. Burada çıkacak sanatçıları müzik otoriteleri saptıyor. Burada sahneye çıktım. 1986 Türkiye olarak adım geçti.

Yunus Emre ve Mevlana.....
Yunus Emre’ye bağlılığım.... Onun hümanizması bana çok ilginç geldi. Dünyanın ilk büyük hümanisti olarak Fransa Sorbone Üniversitesi’nde ders olarak okutuluyor. Fransızlar tanıyor Yunus Emre’yi. Bir de Amerika’da 1991’de Unesco tarafından Yunus Emre sevgi yılı ilan edildi. Dışişleri ve Kültür bakanlığı beni Amerika’ya ve daha birçok yerlere gönderdi. Yunus Emre’yi tanıtmak üzere bir aylık bir Kuzey Amerika turnesi yaptım.. Orada İllnois Üniversitesi’nde folklor araştırmacısı Prof. Dr. İlhan Başgöz’ün iki ciltlik Yunus Emre’yi anlatan kitabı var. Bu kitaplar benim başucu kitabım oldu. Ondan çok etkilendim. İlham denen şeye inanıyorum. Beste yapmaya başladım. Bunun üzerine Kültür Bakanlığı beni yolladı yurtdışına. Mevlana’dan besteler de yaptım. Amerika çok fazla tanımıyor. Fakat hoş şeyler de yaşanıyor. Michigan Üniversitesi’nde bir konserde, Amerikalı bir delikanlı kız arkadaşını, ‘bu konseri dinlemelisin’ diye konsere getirmişti. Fransa’da bir Fransız şarkıcı bana telefon açtı. ‘Ben çok ilgi duyuyorum bu konuya yardımcı olur musunuz’ dedi. Ben sonra Türkiye’ye döndüm. Menajerim dönerken onun yaptığı bir kaseti getirdi. Mistik bir ozan olduğunu biliyorum. Ney koymuş ama çalarken Fransız şansonundan öteye gidememiş. Benim ki niye daha iyi oldu. Çünkü ben Türküm. Özümsemişim, hissedebiliyorum. Ama bir Fransız bunu hissedemez ki. Ben makamsal, mistik bir şey çıkardım. Onun yapması mümkün değil. Bizim kanımızda var.

Bu yoğun tempo içerisinde birçok dernek ve vakıfta önemli noktalarda bulunuyorsunuz? Yoğun sanat yaşamınız içerisinde nasıl zaman ayırıyorsunuz bu çalışmalara?
Bu soruyu bana Duygu Asena da sormuştu. Tek kişilik oyunum Kelaynak’ları oynadığım dönemde ‘bu kadar işi nasıl bir araya sığdırıyorsun?’ dedi. Benim o sıralar oğlumun peşinden koşturan anaç halimi gördü. Yine ağabeyimden örnek vereceğim. 26 yaşında profesör olmuş, The Times’a kapak olmuş Oktay Sinanoğlu. Bu rekoru kimse kıramamış daha. Atom fiziği bilimini bir kenara bırakmadı ama. Şu anda Türkçe ile uğraşıyor. Gençler inanılmaz peşinden koşuyorlar. Onun yaptığı işin dışında bir şey . Bende yaptığım işin dışında böyle sosyal sorumluluk taşıyorum.

Yurtiçi ve yurtdışındaki dinleyici kitlenizi karşılaştırır mısınız?
Yurtdışında daha ilgililer. Özellikle Fransa’da yere göğe koyamadılar beni. Theatre de lavide plaklarımı alıyorlardı. Süper star falan dediler. Bana bir anda hakaret gibi geldi. Olmadık insana süper star derler öbürüne diva derler. O kadar kavram karmaşası var ki. Televizyona çıktığım zaman ‘lütfen bana altyazı olarak sanatçı yazmayın’ diyorum. Çok yozlaşma var. Fransa’nın Barlüdük kentindeki konservatuar müdürü bana telefon açtı. Benim uzunçalarımda Drama Köprüsü var. Beş sekizlik. Aksak ritim yok onlarda. Bu onlara çok ilginç geliyor. Onlar kolay kolay çalamazlar. Çok ilgi duymuş, ‘bunun fonatik olarak yazılışını gönderir misiniz? Bunu öğrencilerime öğreteceğim’ dedi. Bizim folklorümüz çok zengin.

Türk folklorunun dünya folkloru ile mukayesesi...
Dünyanın en zengin folku diyebilirim. Bunun da rahatlıkla söylerim. Çünkü aşağı yukarı bilgim var dünya folkü hakkında. Bizim her yörenin dansları ne kadar zengindir. Bizim danslar Lijon kentinde hep altın madalya alır. Benim Fransa’da çıkan uzunçalarımın İslamolog – Türkolog bir hanım çevirilerini yaptı. Uzun çalar çift kapak çıktı. Çevirileri bir Türk onun kadar güzel yapamadı. Ve bana dediki “ hiçbir Fransız şansonunda bu kadar anlamlı sözler yok”. Biz çok fazla farkına mı varamıyoruz nedir. Bizde sözler açısından da melodik olarak ritim açısından da son derece zengin. Bizim gençlik şimdilerde uyanmaya başladı. Abuk sabuk şeyler yapılıyor. Bunda plak şirketlerinin ve medyanın da büyük suçu var. Beyin yıkama sistemi ile kötüye alıştırıyorlar. Halbuki aynı sistemle iyiye alıştırırsın. Hiç unutmuyorum canlı yayında bir kız biz bunlara layık değiliz, biz bunları dinlemek istemiyoruz dedi. Yolda yürürken halktan biri gelip, ‘Esin Hanım sizi neden televizyonda görmüyoruz’. ‘Bazen kafam kızıyor yanlış kanaldasınız’ diyorum. Bu konuda en son halkı suçluyorum. Bu gidişat hep böyle gitmez. Nitekim ufak ufak başladı da uyanış. Biz de gençlere hitap ettiğimiz dönemlerde güzel işler yaptık.

Yeni projeleriniz....
Ben şimdi çocuklar için Kültür Bakanlığı ile “ Pembe Uçurtma “ isimli bir cd çalışması yaptım. Işıl Kasapoğlu ve Devlet Tiyatrosu çok ilgi duydu. Konserini yapalım dediler. Ama maddi destek bulamıyoruz. Projelerim arasında Bozcaada’da şarkılarla Nazım Hikmet ve Ritsos programı var. Ritsos Yunanlıların Nazım Hikmet’i. Bunlar aynı dönemden arkadaşlar. Ritsos’un Nazım Hikmet için yazdığı bir şiir var. Bunun çevirilerini Özdemir İnce yaptı. Dört tane besteyi ben yaptım. Eylül’de de Mevlana, Yunus Emre programını Mardin’de yapacağız. Daha sonra Ekim’de Japon başkonsolosunun konser teklifi var. Orada çocuklar yararına bir konser yapmamı istediler. Televizyon programı var. Çok projelerim var. Fabrika gibi proje üretiyorum. Ama bunları hayata geçirmek için para lazım. Mesela 24 sene bu adamın ritminde caz var diye söylendim.Aşık Veysel’i caz yorumuyla albüm yaptım En sonunda İş Bankası ile yaptım. İş geliyor kapına para diye dayanıyor. Annemin bir masalı vardı. O çocuk masalları yazardı. Gül Prenses Tatilya’da oynayacak.

Yaşamınızın ‘olmazsa olmaz’ı ....
Müzik. Onunla soluk alıyorum. Onunla yaşama tutunuyorum.

Kadın ve anne Esin Afşar....
Annelik yönüm çok ağır basıyor. 1969 yılında Fransa’da ödül aldığımda Barkley firmasıyla bir sözleşme yapıldı. Allam Allam’a Fransızca söz yazıldı. Üç yıllık bir konser planı hazırladılar. Bana dediler ki; ‘Bu parça bir numara olacak’. Gelip 6 ay 1 sene burada oturman lazım ki; seni tanıtalım. Kızım küçüktü gelemem dedim. Onlarda hayretler içinde kaldı. Oğlum zamanında da şansım çok açıldı. Bütün müzik dergilerinde, basında televizyonlarda yer aldım. Bu dönemde de oraya yerleşmem gerekiyordu. Fakat analık duygum ağır bastığı için burada kaldım. Ama pişman değilim.

Please reload

bottom of page