top of page

İncinme hafızamız

İnciniriz kimi zaman. Vücudumuza gelen bir darbe ile ağrı duyar hale geliriz. Elimiz, ayağımız incinir ince bir sızı duyarız. Kesik ya da kırıktan farklı olarak manasız bir haldir. Ciddiye alınacak bir yanı yoktur ama yaşattığı ağrı mani olur eylemlerimize. Hele incinen ruhumuz ise daha da zordur acıyla baş etmek.  Bozulur kalbin ritmi. Can, kafesini acının kaynağından uzağa atar. Hiçbir şey eskisi gibi olamaz, öyleymiş gibi yapsak da. Araya bir acı girmiş, hafızanın derinliklerinde ruhu koruyan savunmacı bilgiler arasında yerini almıştır.

Bu yüzden  Hannah Arendt’in “Hiçbir şey yapıyor olduklarımızı düşünmekten daha önemli değildir” sözünü çok değerli buluyorum. Çünkü eylem bittikten sonra onun kalıntısı olan bilgiyi değiştirmek ya da onarmak mümkün değil. Sadece yeni bir eylem ile kişisel yaklaşımlarımıza bir yenisini ekleyebiliriz. Yine Lynne McT Taggart’ın “Alan” isimli kitabının arka sayfasında yazdığı gibi “Evrenin derinliklerinde her şeyin bir kaydı vardır ve bu her şeyin birbiriyle olan ilişkisini mümkün kılar”. Doğruluğunu benimsediğim bu yaklaşımın benim için en önemli çıkarımlarından biri, kişiselmiş gibi algıladığımız acının aslında evrensel bir boyutu olduğu. Kadim bilginin ve eyleme konu olan tüm varlığın birbiri ile bağlantılı oluşu, dünyanın herhangi bir yerinde vuku bulan olaylardan kişisel olarak bizi sorumlu hale getirir.

Bugün cihad başlığı altında şiddet ve savaş ile birlikte adı anılır hale gelen İslami düsturda; en büyük cihad kişinin kendi nefsi ile yaptığı mücadele olarak görülür.  Evet en zor olanı insanın kendini ehlileştirmesi, arınması ve hırslarından soyunması olsa gerek. Hepimiz dilimizi kamçı edip adam edecek birilerini arayıp duruyoruz, kendi adamlığımızı sorgulamadan. Karşımızdaki birey ya da toplumların tabularını yıkmaya çalışıyoruz elimize aldığımız balyozlar ile ki o balyoz zamanla bizim tabumuz haline geliyor. Kafasını gözünü yara yara başka bir kültür, başka bir algı ve başka bir bilinç düzeyindeki kişilerin ya da toplumların tahammül eşiklerini test etmeye çalışıyoruz onların anlamlandıramayacağı kavramlarla. Kimi zaman inançlarımızı kimi zaman anlayışlarımızı dayatıyor, bunu anlamaya zorluyoruz onları. Başkası olarak tanımladığımızın algı ve reflekslerini yönlendiren kültürel, fizyolojik, toplumsal gerçekler üzerinde kafa yormadan “Sövgü Hakkı”nı özgürce kullanmanın yaratacağı incinmeyi hesaplayamıyoruz. Bugün dünyanın bir yerinde 21. yüzyıl yaşanırken, başka bir yerinde 15. yüzyılın yaşandığını ve bu farklılıkları daha da çoğaltmanın mümkün olabileceğini dünyanın farklı coğrafyaların gidip görenler iyi bilir. Dahası toplumların birbirine incitilme hafızası ile baktığını ve bu sebeple iyi olanı bile algılayamayacak durumda olduğunu görmeye ihtiyacımız var. Zira ilkel güdülerin tetiklenmesinin yarattığı şiddet ve trajedi insanlık için ortak bir sancı meydana getiriyor ki bu ortak hafızamızın bir parçası oluyor.

Hülasa dünya üzerinde yaşanan tüm deneyimler sonuçları itibari ile hepimize dokunuyor. Masum olduğumuz kadar suçluyuz da, efendi olduğumuz kadar köleyiz de, zerre olduğumuz kadar alemiz de…  “herlik”in “hiçlik” “çokluk”un “teklik” olduğunu toprağa, havaya, suya karışan bedenlerimizin öyküsü ne güzel anlatıyor aslında. Ölüm her gün öğüt veriyor sessiz sedasız… Ama bizler incitmeye devam ediyoruz ötekini ya da berikini… Yaşattığımız acılar hakikatimizi perdeliyor bir diğerinin gözünde.  “Ben” “Sen”i incinmiş duygularımla algılıyor ve ısrarla vermek istediğin mesajı anlamak istemiyorum. Adalet duygumu kaybediyor ve bir başkasını incitecek hale geliyorum. Acı zincirine bir halka daha ekliyorum. Böylece, dünyayı esir alan soğuk ve kalın o zincir bizim sınırlarımızı belirliyor hem kişisel hem de toplumsal olarak. Ne dersiniz toplu olarak değil birey olarak her birimiz kendi yarattığımız halkayı sökelim. Senin gibi düşünmüyor ama sana saygı duyuyorum. Düşünceni eleştirmek istiyorum ama seni incitmek istemiyorum. İnsan oluşum sınırları zorlama doğallığını içinde taşıyor ve dahi insan oluşun senin başka bir yoldan hakikati kavrama yeteneğini sahip olma potansiyelini barındırıyor.

İfade etmek istediklerimi tiyatral olarak görmek isterseniz sizlere Nuri Bilge Ceylan’ın “Kış Uykusu” filmini izlemenizi tavsiye ederim. Acı deneyimlerin anlamayı, görmeyi ne denli zorlaştırdığının öyküsel olarak tecrübe edebilirsiniz…

Please reload

bottom of page