top of page

… Hani bunun ilk sahibi

Bundan 20-30 sene önce robotları konu alan filmlerde bu robotların birgün cana gelip insanlık için tehlike olacağına dair bilimkurgu senaryolar üretilirdi. O günden bu güne teknoloji çok ilerledi ve hakikaten de insanın birçok fiziksel yeteneğini kazandı robotlar. Hatta yapay zekâ çalışmaları sonucunda düşünsel olarak da önemli ölçekte yol katedildi. Robot ve insan satranç, bilardo gibi ileri bir zeka ve bu zekayı kullanabilecek akıl gerektiren oyunlarda insana kafa tutmaya başladı.

Fakat benim için asıl tehlike insanlaşan robotlardan çok robotlaşan insanlara dair.
Teknolojinin yarattığı hız tuzağı ile doğal yeteneğini aşacak ölçüde insanlık sınırlarını zorlamaya başladı. Kullan at mantığı hayatımızın her yerine sirayet etti. Duygusal değil güdüsel bir hal aldı nesnelerle olan ilişkimiz. Eskitemiyoruz sadece tüketiyoruz yaşamsal araçlarımızı. Kendi hikayemize tanıklık eden hiçbir şey yok neredeyse. Sırtımıza geçirdiğimizde bizi yıllar öncesine götürecek bir hırka, boynumuza attığımızda özel bir anın sıcaklığını hissettirecek bir atkımız yok artık. Eskiden evlerde ata dede yadigarı eşyalar olurdu. Toplumsal hafızanın aktarıcısıydı aynı zamanda bizden öncekilerin bize bıraktığı. Köklerimizdi bu eşyalar bizleri bir öncelerin hikayelerine  bağlayan, oradan besleyip nefes aldıran. Bir yandan da ‘ mal sahibi mülk sahibi hani bunun ilk sahibi ‘ düsturunu zihinlerimizde diri tutan bir mirastı. Şimdilerde ise her daim yeni olanı talep ediyoruz. Zira modern pazarlama teknikleri ile hayatın anlamını sürekli tüketerek bulabileceğimiz dikte ediliyor bizlere.
 

Eskiden, dinlerken sevdalarımızı içimizden geçirdiğimiz o güzelim şarkılarımız bile kapı pencere reklamlarına malzeme oldu. Bu kargaşada en çok aşk kirlendi ve yıpratıldı. Zira aşk değil mi ki bakanın gözünde özneyi yücelten. Kendi dışında bir başka varlık ya da ideal için insana akılla kavranılamayacak aşkınlıkta haller yaşatan.
Gelin görün ki dostlar, teknoloji hokkabazı sırtımıza binmiş bizleri yarış atı gibi sürekli uzayan bir hedefin peşinden koşturuyor.   Yavaşlayanın yok olacağı korkusu aşılanıyor hepimize. Sanki hep birşeyleri kaçırıyormuşuz hissi istila ediyor benliğimizi. Ama aldanışımızın başladığı nokta da tam olarak bu. Esas hız bizi yaşamın renklerini, tatlarını, kokularını algılamaktan ve kendi mucizelerimizin farkına varmaktan  alıkoyuyor.
 

Bunları size yine teknolojinin emrimize âmâde ettiği dev bir uçağın içinde, yerden kilometrelerce yükseklikte ve yüzlerce kilometre hızla giderken yazıyorum.  İnsanı robota çeviren bir sürecin içinde, insan kalmayı arzulayan kalbimle ve çıkış yolları arayan aklımla kuruyorum cümlelerimi. Bir temenni bir serzeniş olarak...  Sanırım vazgeçmeyi idrak ederek işe başlamak gerekiyor ki bunun ne kadar mümkün olduğunu kendi yapabilirliğim ölçüsünde kavrayabilirim.  İğneyi kendime batırmak iyi bir başlangıç olabilir…

 

Please reload

bottom of page