top of page

İstanbul'un Fenerleri

Denizlerin Sessiz Klavuzları

Süt beyaz bir martıyım açıklarda

Gemilerde ben yol gösteriyorum, Buğday ve ilaç yüklü gemilereBir kanat vuruşta bulutlardayım;Bir süzülüşte vatanım dalgalar!

Cahit Sıtkı Tarancı “Bahar Sarhoşluğu” isimli şiirinde, bir martının küçücük yüreğinden kopanları bir kahraman edasıyla bu şekilde yorumluyor. Küçük martı bir kahraman, çünkü o bir kılavuz. Denizlerdeki umutları karadaki umutlara bağlayan o yüzen evlere, vuslata gidecek yolu müjdeliyor. Bir başka müjdeci daha var ki, onlar, bu gaye için varolmuş deniz fenerleri.

Denizler ayrı bir dünyadır. Denizcileri, ağları, sandalları, yolcuları, martıları, hikayeleri, felaketleri, ve bu felaketlerin uyarıcısı fenerleri ile apayrı bir dünya.Hemen hemen bütün fener hikayeleri ‘yalnız bir fenerci’, ‘yalnız bir gemi’ ve yanar döner ışığı ile ‘yalnız bir fener’ üçgenini anımsatır bize. Kim bilir fenerlerin öyküsünü anlamlı kılan da, tüm yalnızlığını içine hapsederek, ışığını göndermeye devam etmesidir belki de....

Dünyanın yedi harikasından biri de Fener

Bir efsanedir fenerler. Eski çağların yedi harikasından biri olan İskenderiye Feneri, deprem ve fırtınalardan arta kalan son kalıntıları da M.S. 1500 yılında kaybetmesine rağmen, ölümsüz ismiyle bugün dimdik ayakta.

 

“Yediveren İstanbul”yazı dizimizin ilk sayısında İstanbul’u resimlerle anlatırken, “İstanbul alalade bir şehir olurdu Marmara ile Karadeniz’in birbirine kavuşma isteği olmasa” demiştik.

 

İstanbul’u İstanbul yapan en önemli iki değer deniz ve boğaz...

Bir çift yarımada olan İstanbul, dünyanın en güzel doğa parçalarından biri. İstanbul’da yaşamın her alanına anlam ve değer katan Marmara Denizi her gün çok sayıda balıkçı teknesi, yolcu vapuru ve yerli-yabancı geminin oluşturduğu yoğun trafiği yaşıyor. Bu yoğun trafikte yol güvenliğini sağlamak, bu doğal güzelliğin devam etmesi adına yapılacak en önemli iş belki de. Çünkü o güzellikler varoluşa ait çok önemli bir şeyi barındırıyor içinde. O da yaşam...

Deniz trafiğinde kaza riskinin artış göstermesi üzerine, konunun öneminin anlaşılıp, Türkiye kıyılarına ilk kez fener konulması 1755 yıllarına rastlar.Daha sonra 1855’lerdeOsmanlı Devleti ile Fransızlar arasında yapılan bir imtiyaz sözleşmesi sonunda Fener hizmetleri, “Fenerler İdare-i Umumiyesi Müdürlüğü” adı altında yürütülmüş ve ardından fenerler idaresi hükümetçe satın alınarak, 1 Ocak1938 yılından Denzibank’a bağlanmış.

Devlet Limanları Umum Müdürlüğü Kıyı Emniyeti İşletmesi, 1944 yılında Devlet Denizyolları ve Limanlar Umum Müdürlüğü’ne bağlanmış ve adı Fenerler ve Cankurtaran teşkilatı olarak değiştirilmiş.

Fenerlerin öyküsünü anlamlı kılan, tüm yalnızlığını içine hapsederek ışığını göndermeye devam etmesidir...1952 yılında Devlet Denizyolları İşletmesi Umum Müdürlüğü, Denizcilik Bankası T.A.O’na devredilmiş. Fenerler ve Cankurtaran Teşkilatı da adı geçen banka bünyesine bir işletme hüviyeti almış.Daha sonra TÜDEK(Türkiye Denizcilik Kurumu adını alan Denizcilik Bankası ayrı bir genel müdürlük haline getirilmiş. Türkiye Denizcilik Kurumu da 1984 yılında bir kanun hükmünde kararname ile Türkiye Denizcilik İşletmeleri(T:D:İ) olmuş, tersanelerde de ayrı bir Genel Müdürlük altında toplanmış.

Son olarak 1997 yılında Bakanlar Kurulu’nun aldığı karar ile tüm seyir yardımcılarının, kurtarma yardım ve tahliyesi hizmetlerinin tek çatı altında toplandığı, “Kıyı Emniyeti ve Gemi Kurtarma İşletmeleri Genel Müdürlüğü” kurulmuş ve yine ayrı bir Genel Müdürlük haline getirilmiş.

Batılıların “light house”olarak adlandırdıkları bu ışık evleri, İstanbul kıyılarındaki ışık kütlelerine inat bir başarılarına yanıp durmaktalar. Bebek’ten Ahırkapıya, Fenerbahçeden Kızkulesine, Yeniköyden Rumeli’ye Filburnundan Paşabahçeye, Yeniköyden Dikilikaya’ya kadar olan irili ufaklı değişik yapı ve çeşitte birçok fener, felaket getiren sığ suları haber veriyor denizlerin seyyahlarına. 

Ülkemiz kıyılarında değişik tip ve özelliklerde369 adet denizi feneri var, bunların 37 tanesi İstanbul Boğazında, İstanbul Boğazında özellikle 1800’lü yıllardan sonra çoğalan gemi geçişlerinde kaza riskinin artış göstermesi üzerine fenerler inşa edilmeye başlandı. O günden bu güne irili ufaklı, devir çarklı, çok sayıda ve çeşitte inşa edilen fenerlerden Yeşilköy, Ahırkapı, Rumeli ve Şile Fenerleri tarihi öneme sahip.

Üç tarafı denizlerle çevrili bir ülke olmamıza rağmen kendi teknolojimizle inşa ettiğimiz fener yok. O dönemlerde yapılan fenerlerin hemen hemen tamamı Fransız Fener İdaresi tarafından inşa edilmiş.

İstanbul kıyılarına ilk fener yapılmasına Boğaz girişlinde meydana gelen önemli bir deniz kazasından sonra ihtiyaç duyulmuş. 1755 yılında Mısır’a ticaretr eşyası götürmekte olan Hacı Kaptan idaresindeki bir kalyon, geceleyin Kumkapı’da karaya oturmuş.Olayı haber alan zamanın padişah III.Osman, Sadrazam Said Paşa ile Kumkapıya gitmiş ve kalyon ve gemilerin kurtarılmasını izlemiş. Bu arada Gemicilerden birinin, “Eğer burada sur üzerinde fener yapılıp her gece kandiller yakılırsa böylece uzağa giden gemiler ışığı görüp yollarını bulurlar ve kazaya uğramazlar” demesi üzerine, III. Osman’ın talimatıyla Kaptan-ı Derya Süleyman Paşa tarafından ilk fener yaptırılmış.

 

Marmara denizinden seyirle İstanbul Boğazına giriş yapan gemiler ilk önce tarihi Yeşilköy feneriyle karşılaşır. Böylece gemiler Boğaz giriş rotalarını tespit etmiş olurlar.1856 yılında Fransızlar tarafından tş kule olarak inşa edilen bu fener, ilk önce Ayastafonos olarak adlandırılmış. Yeşilköy Burnu’nda bulunana fenerin ismi daha sonra bulunduğu semte uygun olarak değiştirilip, Yeşilköy Feneri adını almış.

23 metre yüksekliğindeki taş kulenin yanısra bir de lojmanı olan Yeşilköy Feneri, değişime ayak uydurmak istemiş olacak ki, şimdilerde dördüncü restorasyonunu görüyor.Bir fener daha vardı ki, o da hem İstanbul Limanı’na giriş, hem de İstanbul Boğazı’ndan geçişlerde rota feneri durumundaki Ahırkapı Feneri’dir. Bu fener Osmanlılar zamanında Fransızlara verilen imtiyazlara neticesinde 11857 yılında Fransız Fenerler İdaresi tarafından yaptırılmıştır. 

Bugün hala eski güzelliğini koruyan Ahırkapı Feneri beyaz renkli ışığı ile gecenin karanlığında, yeryüzüne inmiş bir yıldız gibidir. Önünde Marmara Deniz’nin engin maviliği, ardında İstanbul’un surlarını aşan kozmopolit bir yaşam...

Boğaz’ın Marmara girişindeki Yeşilköy ve Ahırkapı fenerleri gibi Karadeniz girişinde de Rumeli ve şile fenerleri durmaksızın yanıp sönmektedir.Gemilerin Karadeniz’den İstanbul Boğazı’na emniyetle giriş yapmalarını sağlamak üzere 1856 yılında Fransızlar tarafından tesis edilen Rumeli Feneri, bir yönüyle diğer b ütün fenerlerden ayrılıyor. Fener Kulesi içinde Sarı Saltuk Hazretleri’nin mezarının bulunduğu iddiasıyla buranın aynı zamanda bir türbe haline dönüştürülmesi Rumeli Fenerini halkın ziyaret ettiği kutsal bir mekan haline de getiriyor.

Rumeli Feneri, karşı kıyıda duran Şile fenerinden güç alarak, adını verdiği köyün doğal ve sıcak ortamı içinde Karadeniz’in deli dalgalarına baş kaldırıyor. Türbenin yanı başındaki çeşmeden su dolduran Rumeli feneri köylüleri, bu fenerdeki türbenin hikayesini şöyle anlatıyor: “Fenerin Fransızlar tarafından ilk inşası esnasında kule birkaç kere yıkılmış. Bu durumu gören köyün ileri gelenleri burada bir yatır olduğunu ve kulenin bu yüzden yıkıldığını söylemişler Fransızlara. Bunun üzerine önce türbe yapılmış, üzerine de 3 kademe şeklinde 30 metre yüksekliğinde kubbe inşa edilmiş.

Fener ışığının görüş mesafesi 18 mil olup, ilk inşa edildiğinde gazyağı ile çalışırken bilahare asetilen gazı kullanılır olmuş. Bugün Rumeli Feneri, gelişen teknolojinin gereği olarak elektrik enerjisi ile çalışıyor.Türkiye'nin En Büyük Feneri Şile'de Karadeniz’de kıyı emniyetini sağlayan iki fener var demiştik. Rumeli feneri ve Şile Feneri. Şile Feneri de diğer büyük fenerler gibi Osmanlı İmparatorluğu zamanında verilen imtiyaz neticesinde Fransız Fenerler İdaresine yaptırılmıştır. 1859 yılında yaptırılan fener aynı zamanda Türkiye’nin en büyük feneridir. Deniz seviyesinden 60 metre yükseklikteki kayalıklar üzerine 110 cm. kalınlığında taşkule şeklinde kurulmuştur. Şile Feneri’nde ışığın görünüş mesafesi 20 deniz milidir. İlk dönemlerde ışık kaynağı 3 fitilli gaz lambası olan fener 1968 yılında elektriğe çevrilmiştir. Arkasında Şile’nin şehir yaşamını alan bu fener 8 adet göz şeklindeki merceği ile gelip geçen gemilere adeta göz kırpıyor. Fener kurmalı devir makinesi sistemi ile çalıştığı için fener görevlisi tarafından iki saatte bir kurulması gerekiyor. Kıyılarımızın kılavuzu Fenerleri tehdit eden en önemli iki tehlikeden biri kum fırtınaları diğeri ise bazen bilerek bazen de bilmeden fenerleri hedef alan avcılar. Böyle bir durumda fenerin ışığı yerine, sis düdüğünün sesi yetişiyor gemilerin imdadına. Ve görev devam ediyor.Bu görevin gelecekte de devam etmesi için Kıyı Emniyeti ve Gemi Kurtarma İşletmeleri Genel Müdürlüğü yeni projeler geliştiriyor. Bunların başında da bütün fenerleri güneş enerjisi sistemine çevirmek geliyor. 

 


Acılar Denizi
Ben acılar denizinde boğulmuşum
İşitmem vapur düdüklerini, martı çığlıklarını
Dalgalar hergün bir başka kıyıya atar beni
Duyarım yosunların benim için ağladıklarını
Ölüyüm çoktan, bir baksana gözlerime
Gör, içindeki o kanlı cam kırıklarını
Bu ne karanlık, bu ne zindan gece böyle
Bütün gemiler söndürmüş ışıklarını

Ben acılar denizi olmuşum, yaklaşma
Suların tuzlu, suların zehir zemberek
Baksana; herkes içime dökmüş artıklarını
Bu karanlık bitse artık, bir ay doğsa
Bir deli rüzgar çıksa; alıp götürse
Yılların içimde bıraktıklarını...
Ümit Yaşar Oğuzcan

Please reload

bottom of page