top of page

İstanbul'un Ustaları

Anadoluhisarı’ndaki Tarihi Hasan Usta Çömlek Atölyesi

1930'larda İstanbul'da yaklaşık 25-30 tane olan çömlekçi atölyesinden bugün yaşayan tek mekan Hasan Usta’nın yeri. Bu tarihi mekanı 1936 yılında Rum’lardan devralıp bugüne taşıyan Hasan Usta, aynı zamanda akademik bir hizmetin de kilometretaşlarından biri. Prof. Jale Yılmabaşar gibi akademisyen hocalar dahi onun atölyesini bir laboratuar olarak kullanma imkanına kavuşmuşlar. Hasan Usta 1994 yılında vefat edince bugün bu geleneği yanında yetiştirdiği oğlu Rıfat Togay devralmış. Her yıl olduğu gibi birçok akademi öğrencisi ya da bu işi merakla öğrenmek isteyenler Hasan Usta’nın çömlek ocağını ısıtmaya devam ediyor. Geçmişi yüzyıllar öncesine dayanan bu nadide mesleğin emektarlarının artık parmakla gösterilecek kadar azaldığı bir dönemde kurulmuş bu atölye. Göksu Deresi’nin kıyısındaki bu tarihi mekanda Rıfat Usta bizi ağırlıyor. Hem Hasan Usta’yı hem de Göksu Deresi’nin kıyısındaki çömlekçi atölyesini anlatıyor bizlere..." Babam (Hasan Usta) 1936 senesinde bir çömlekçi ustası olarak Bulgaristan'dan buraya geldiğinde çömlekçilik işinin bu mekanda Rumlar tarafından yapıldığını görüyor. Adapazarı'na yerleştikten sonra zaman zaman gelip gittiği bu yeri 1940'lı yıllarda önce Rumlardan kiralamış sonra da satın almış. Yani 60 yıllık bir mazimiz var . Bu iş İstanbul'da çok yaygınmış. Babamın anlattıklarına göre Eyüp'te yaklaşık 25-30 tane çömlekçi varmış. Bu çömlekçiler o zamanlar birbirlerinin yaptıkları işleri dahi yapmazlarmış. Biri kumbara yaparken öteki küp yaparmış, biri fener yaparken, biri saksı yaparmış. O zamanlar Çağlayan'da da bir imalathane varmış. Babam bu imalathanede de çalışmış. Unkapanı'nda Zeyrek'te oturuyorlarmış. Hatta Unkapanı’ndan Çağlayan’a yürüyerek gidermiş. Bir de Büyükdere'de bir imalathane varmış.Usta İstanbul’da bu işi kendilerinden başka yapanın kalmadığını söylüyor..."Bildiğimiz kadarıyla bu atölyeden gelip geçen ünlü akademisyenler de var. Jale Yılmabaşar gibi.. Bugün bu özelliği halen devam ediyor. Özellikle üniversitelerden gelen öğrenciler oluyor. Türkiye'de hangi üniversitede seramik eğitimi varsa orada okuyan öğrenciler burayı çok köklü bir yer olduğu için bilirler. Seyretmek için, çalışmak için, bilgi almak için, staj yapmak için gelirler.Togay, zanaatkar tevazusu ile devam ediyor anlatmaya..." Şunu şunu öğrettim diyemem ama bu meslekte öyle bir şey var ki insan bakarken bazı şeyler öğrenir. Ama hiç kimseye diyemezsiniz ki ben bunu öğrettim. Temeli akademidir. Oradan aldığını buraya getirmiştir. Buradan bazı şeyler öğrenmiştir. Biz sadece yardım etmiş oluyoruz. Buradan yüzlerce seramik sanatçısı geçmiştir. Bunlara ben öğrettim dersem ayıp olur. içinde olan zaten öğrenmiştir. Ben de bazen orda birşeyler öğrenmek istiyorum. El tutuşu, çamurun şekli, bir modeldir, bir tasarımdır, fırınlamadır, kurutmadır. Orada görerek öğreneceksiniz. İçiçe görünen Seramikçilik ve çömlekçilik arasındaki farkı şöyle anlatıyor Rıfat Usta..." Seramikçilik ve çömlekçilik tamamen birbirinden farklıdır. Çömlekçilik Anadolu’da eskiden beri insanların ilk sanatlarından bir tanesidir. Elle şekillendiriliyor tabii ki meşakkati çok fazla olan ve ustaların kendi becerilerine ait bir şey. Seramikçiler ise kalıpla şekillendirme yapar. Beyaz toprakla çalışır. Biz ise kırmızı toprakla çalışırız. Aradaki fark bu. Bizde bazı şeyleri elle şekillendiririz çok zor olmasına rağmen. Kırmızı toprak hem stok olarak azdır hem de şekillendirmesi inatçı olan bir topraktır. Beyaz toprak ise bir güzel terbiye edilmiştir. Ama kırmızı toprakta böyle bir şans yok.Rıfat Usta bir çömleğin doğuş öyküsünü anlatıyor..."Önce Kömür ocaklarından aldığımız toprağın çamur haline getirilip hazırlanması gerekiyor. Çamuru hazırlayıp makine ağından geçirdikten, süzdükten ve havası alındıktan sonra tezgahta elle şekillendiriyoruz. Bu kalıpla da olabiliyor ama biraz kısıtlı. Ondan sonra biraz kuruması beklenir. Sonra rötuşu yapılır. Rötuş daima malın kendini göstermesi ustanın, sanatçının o objeye göstermiş olduğu özen demektir. Biz babadan böyle gördüğümüz için ikinci bir emek daha veririz. Yoksa bu mal çapaklıda çıkartılır. Kuruduktan sonra fırınlanır. Fırınlandıktan sonra sırlanacak ise tabak olarak, güveç olarak tekrardan fırınlanır. Yok saksı olacaksa, o da tek seferde pişirilir.Babamın bana öğrettiği bazı şeyler vardı. Babam derdi ki:"Bilgiyi vermeyen namerttir!"Bilgiyi öğreteceksin. O nedenle buraya bilgi alma imkanı olmadığı için gelen (çünkü böyle bir atölye kurmak çok zor .Büyük paralara mal oluyor) insanlara yardımcı oluyoruz. Dahası onların içindeki öğrenme şevkini açığa çıkarmaya çalışıyoruz.Hasan Usta’nın 60 yıllık atölyesinden çıkarken baba Rıfat Usta, yanında yetiştirdiği kızına baba geleneğini, vasiyetini hatırlatıyordu: "Hadi kızım daha yapacak çok işimiz var!"

Ortaköy’de bir kalaycıdükkanıYusuf Şişman

1945 yılında Kuledibi’nde çocuk yaşta çırak olarak başlamış kalaycılığa. 3.5 sene çalıştıktan sonra, önce Kulaksız’da sonra Kasımpaşa’da kendi dükkanlarını açmış. 1954 senesinde Ortaköy’e gelen Yusuf Usta burada, önce Dereboyu’nda bir dükkan açmış. 1960 yılında ise şimdi bulunduğu dükkanı bir Ermeni’den 2500 lira hava parasıyla devr almış.İşte böyle özetliyor iş serüvenini Yusuf Usta. Ama söyleyecek daha başka sözleri var Usta’nın." Buranın mazisi daha da eskiye dayanıyor 120 yıllık bir dükkan. O zamanlar Ortaköy’de Ermeniler ve Rumlar vardı. Bir atım vardı. Atımla mahallede geziyordum. Sonra eniştemi yanıma aldım. Onunla beraber idare edip gidiyoruz. Burada 10 tane çırak yetiştirdim, hepsi de gidip dükkan açtı." İstanbul’un 484 tane kalaycı dükkanı olduğunu söyleyen Yusuf Usta "hepsi bıraktı gitti en son ben kaldım. İstanbul’da benden başka kalaycı yok artık" diyor.Kalaycılıkta önemli konulardan birinin de yıkama olduğunu söylüyor ve seyyar kalaycılar la ilgili sitemlerini dile getiriyor. "Onlar fena. Onların kalayları kalay değil. Şimdi biz çıksak mahalleye onların kalaylarını yapamayız. Neden çünkü onlar yıkamadan kalayı eritiyorlar. Ve onun isini sıvıyorlar. Biz onu yapamayız.Yusuf Usta kalayı tüccardan eritilmiş olarak alıyor. Fakat şimdiki kalay satan tüccarların kurşunu fazla kattığından şikayetçi. Bunun sonucu kalayın benek benek oluyor ve bu da çirkin bir görüntü oluşturuyor. Fakat ona bir ilaç katıldığında kalay kirlenmiyor. Yusuf Usta’yı en çok endişelendiren şey müşterisine karşı mahçup olmak. Bu yüzden külçe kalay kullanmaya karar vermiş. Kendisinin eritip yapacağını ve içinde hiçbir katkı maddesi olmayacağını söylüyor Usta. İstanbul’un her tarafından tanıyorlar Usta’yı. Kalaycı dükkanında gözümüze çarpan kapların hemen hepsi başka yerlerden geliyor. Bostancı, Kadıköy, Çengelköy, Bakırköy, Şişli ve Avcılardan...Kısacası İstanbul’un dört bir yanından geliyorlar kaplarını kalaylatmak için Yusuf Usta’nın bu ateş ve alınteri kokan mekanına....

Bakırcılar Çarşısında Bir BakırcıUstası

Kapalı Çarşı’nın Beyazıt kapısından girildiğinde artık tamamen yok olmak üzere olan bakırcıları görürsünüz. Antikaları, kopyalarıyla çeşit çeşit Osmanlı, Bizans araç gereçleri vitrinleri süslüyor. Genellikle turistik amaçla satılan bu eşyaları üreten son atölyelerden birindeyiz. Ve bu atölyenin emektarı bakır ustası Atilla Yanık karşılıyor bizi. O da çocuk yaşta başlamış bu işe. Henüz yedi yaşındaymış bakırın dünyasına girdiğinde. Bu meslek dede mirası ona. Ve o da bu mirasa sıkı sarılıp bugünlere taşımış. Öyle ki dükkanına ‘Atadan Bakırcılık’ ismini vermiş. Atilla Usta mesleğinin ince ve hassas bir işçiliğe dayandığını söylüyor. Yaptığı işi ana hatlarıyla şöyle açıklıyor."Yaptığımız iş, Osmanlı ve Bizans araç gereçleri üstüne. Onların kopyalarını ve tamirlerini orijinaline uygun olarak yapıyoruz. Onun dışında Tombak dediğimiz eşyaların kopyalarını yine aslına uygun bir şekilde yapıyoruz." Bakırcılığın ölmek üzere olduğunu söyleyen Atilla Usta, bu meslekte kendisinden başka gelen olmadığını, atölyede çalışanların zamanla daha ustalaşacaklarını belirtiyor.Usta, sitemkâr sözlerle konuşmaya devam ediyor "Mesleğimizi öğrenmek için gelen yok. Eskiden di o. Adam çocuğunu getirirdi bakırcıya. Baksın öğrensin diye. Bu mesleğe çırak ve kalfa gelmiyor artık. Burada İstanbul'da böyle. Anadolu’yu bilmiyorum. Kendi oğlum bile bu mesleği terketti gitti. Oğlum bu işi yapmasa da ben babadan kalma bu mesleği sonuna kadar sürdüreceğim. Burada öleceğim. Ben sanatımı çok seviyorum. Aşığım ona. Ama ceplerimiz de bomboş".

Cam Sadece CamdıUstaların Eli Değmeden Önce

Nasıl ki bakır ustaları ham bakır mamulleri desen desen işliyor ise dekorcularda ham cam mamullerini öyle işliyorlar. Bardaklar, kültablaları, Vazolar, kadehler vb...aynı işçiliğin serüveninden geçiyorlar ve oradan da mağazaların vitrinlerindeki yerlerini alıyorlar.Tarihi geçmişi Paşabahçe Cam fabrikasının kuruluş yıllarına dayanıyor. Fabrikanın kurulduğu yıllarda yaklaşık 2000-2500 tane olan dekorculardan geriye bugün 100 tane atölye kalmış. Fabrikanın arka sokaklarında kendi hallerinde ayakta kalmaya çalışıyorlar. İşte onlardan en faal olanı İbrahim ÇELİK ustanın dekorcu atölyesi:10 yaşında çırak olarak bu işe başlayan İbrahim Usta yaklaşık 18 yıldır camın büyülü dünyasında yeni desenler ve renklerle cama hayat kazandırıyor. İbrahim Usta yaptıkları işi üç cümle ile özetliyor:" Paşabahçe'nin sade mallarını alıyoruz. Dekorunu, işlemesini yapıyoruz. Sonrada esnafa,tüccara satıyoruz."Ve ekliyor..."Bu iş Paşabahçe cam fabrikasıyla birlikte başlıyor. Benim ustam o yıllarda ağaç dekorculuğu yapıyormuş. Fabrikadan sonra ise cam dekorculuğuna başlamış.1974-1980 yılları arasında bu Beykoz -Paşabahçe denilen semtte dekorculardan geçilmiyordu. Her adımda dekor atölyeleri vardı. 1999- 2000 yılları bu atölyeleri neredeyse tamamen bitirdi. Çünkü yapılan iş masrafını karşılamıyordu artık. Birçokları bu yüzden bıraktı ya da iflas etti. Biz de ayakta kalmaya çabalıyoruz. Başka çıkış yok. Başlangıçta 2000-2500 tane olan dekorcu atölyesinden bugün geriye kalan 100 tane bile değildir."

Please reload

bottom of page